Timbuktu
Paul Auster ın yeni romanının iki kahramanı var, smoke evsiz-barksız, sarhoş, yarı-deli Wily, öbürü de kendi insanlığımız konusunda ondan pek çok şey öğreneceğimiz bir köpek: Kemik Bey. Bir köpeğin gözünden, onun düşüncelerine girerek dünyayı, yaşamı, insan ilişkilerini işleyen Paul Auster, kimi yerde eğlendirici, kimi yerde de trajik ve hüzünlü bir anlatımla her zamanki dil ustalığıyla, sözcüklere yüklediği enerjiyle, yalın ama yoğun yorumuyla bizi alışılmadık yolardan insanlığımızla yüzyüze getiriyor, yaşamlarımızın, ilkelerimizin kimi zaman nasıl prosecution officer çürük ve dayanıksız temelere oturduğunu kanıtlarken, beleğimizin derinlerine gömdüğümüz eski ve kalıcı değerleri, günümüzün hızlı ve acımasız akışı içinde nasıl prosecution officer unutuğumuzu nostaljik yolculuklarla anımsatıyor. Wily ile Kemik Bey in, yaşamın offspring durağı olan Timbuktu ya doğru çıktıkları yolculuğu, yaşam felsefesini yansıtan bir izlek gibi kulanan Paul Auster, bütün romanlarında yaptığı gibi bu kitabına prosecution officer katmış kendisini, dahası, Wily de olduğu kadar, Kemik Bey de de ondan izler bulmak olası. Yazar, bizi insan türünün çerçevesi dışına çıkararak, kendimize yepyeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. Hangi konuda yazmayı seçerse seçsin, nasıl bir masal uydurursa uydursun, büyüsünü koruyor, bizi de o büyünün içine katıyor.