"Divan şirini sevdiren adam" olarak nam salan İskender Pala, 2017 yılında ilk baskısı yapılan kitabı Karun ve Anarşist ile iki ateş arasında kalmış bir öyküyü anlatıyor. Bir ucu M. Ö. 50'lerdeki Sfard-Lidya'ya, diğer ucu da 12 Eylül'e dayanan bir kurgu ören yazar, tarihe meraklı okuyucularını cezbedecek bir roman sunuyor. Kapı Yayınları tarafından okuyucularla buluşturulan ciltsiz yapıdaki kitap 320 sayfa kalınlığı ile dikat çekiyor. Eserin en az hikayesi kadar ilgi çekici kapağı ise Utku Lomlu'nun elinden çıkıyor. Geçmişinde Silahlı Kuvetler mensubu bir öğretmen olan İskender Pala'nın 28 Şubat döneminde ordudan erken emekli edilmiş subaylardan biri olması, yeni kitabı Karun ve Anarşist'in kurgusuna da etki ediyor. Genelde tarihi karakterleri ele almayı seven yazar, yeni kitabında da karakterlerini yaşadıkları dönemin içine girerek okuyucularına anlatıyor. Siyaset ve siyaset uğruna heba olan hayatlar, aşk ile imtihana soktuğu karakterler, okuyucuyu hikayenin içine kolayca alıyor. Lidya dönemine ait bir hikaye ile başlayan Karun ve Anarşist kitabı, Kufu, Mehde ve Haludas isimli üç arkadaşın yolculuklarının hikayesi ile devam ediyor. Üç arkadaşın düştüğü aşkla birlikte aralarına giren siyaseti samimi bir dile okuyucularına aktaran İskender Pala, Uşak ve civarını birer halk kahramanı gibi tasvirlemekten de geri durmuyor. İskender Pala Karun ve Anarşist kitabı ile okuyucuyu kaynakçası adeta ansiklopedik bir kitap niteliğinde olan eseriyle baş başa bırakıyor. Lidyalılar dönemine ait olan neredeyse tüm önemli eserlerin yer aldığı kaynakça, hikayenin Lidyalılar dönemini içeren kısmı için cidi bir çalışma yapıldığını gözler önüne seriyor. Kitabın başlangıç kısmı olan Altın bölümündeki samimiyet ve kurgunun sağlamlığı, yazarın çabalarının boşa gitmediğini ispat ediyor. Altın bölümü ile okurlarını zaman yolculuğuna çıkaran yazar, Ayna bölümü ile yakın tarihe uğramayı ihmal etmiyor. 1979 Ağustos'unda başlayan öykü, yine ateşler içindeki üç kahramanı ele alıyor. Dönemin sağ -sol kavgasının yanı sıra bir de aşk ateşine düşmüş olan Ufuk, Ethem ve Sadulah, Altın bölümünün kahramanları ile aynı kaderi paylaşıyorlar. Tıpkı onlar gibi aralarına aşk ve siyaset girmiş olan kahramanlar, kimin katil, kimin kurban olduğu beli olmayan bir hikayenin başrolünü paylaşıyorlar. İskender Pala, iki kurgu ve iki ateş arasında işlediği yeni kitabında aradan yüzyılar geçse, devir değişse, devletler yıkılsa, yerine yenileri kurulsa da insanların özünde aynı kalan şeyler olduğunun altını çiziyor. İnsanın özünü oluşturan aşk ve ihanetle birlikte insanlığa ayna tutan siyasetin her ne olursa olsun insanlar üzerindeki etkisinin değişmeyeceğini, sürükleyici ve bir o kadar etkileyici bir dile savunuyor. Klasik edebiyat profesörü olan İskender Pala, ayna tekniği ile kaleme aldığı kitabında her iki dönemde de yaşanan karmaşayı yaşayan karakterlerinin gözü ile okuyucularına yansıtmayı başarıyor. Savrulan hayatlar ve imkansız aşkların ışığında coğrafyamıza bilgece bir bakış atmayı da ihmal etmiyor. Tarihin akışını belirleyen hırslar ve tarihi aşan aşkları bir potada eriten yazar, gök kubenin altında değişenlerin sadece kıyafetler olduğunu savunmaya devam ediyor. İhtiraslar ve düşmanlıklar, iyilikler ve dostluklar, sevinçler ve kederlerin insanların değişmezleri arasında gören yazar, tarih birbirini tekrar etse de hataların aynı kalmak zorunda olup olmadığını sorgulatıyor. Kuru hikaye yığınlarından sıyrılarak tarihten ibret alınabilecek fakat ders vermekten uzak bir roman sunuyor. Karakterlerin samimi gerçekliği, güç ve çatışmaları benzersiz bir şekilde anlatırken her bir karakterle okuyucuların empati kurabilmelerini de sağlıyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın yüzyılardan beri süre gelen zenginliğini, eski medeniyetlerin köklerine inerek hafifçe aralıyor, insanların ruhundaki altın ve aynaları birer birer ortaya çıkarıyor.