Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit
Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu'nda büyümüş, Beyoğlu'nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden. Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdili, çokültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi. İnsanın benciliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân. Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final. Çok kolu, çok dalı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cade, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı. Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyılık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cade-i Kebir, İstiklal Cadesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi. ".