Stefan Zweig'in usta kalemi ve psikolojik incelemeleriyle işlenen öyküsü Amok Koşucusu, 2016'da İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. 64 sayfadan oluşan kitap, Dünya Klasikleri arasında yer alıyor ve tıpkı Satranç, Yakıcı Sır, Korku vb. kitapları gibi "novela" türü olma özeliği gösteriyor. Editörlüğünü Gamze Varım'ın üstlendiği öykü, sayfa sayısının azlığıyla hemen okunuyor ve tek okunuşta bitirilecek kitaplar arasında yer alıyor. Ayrıca sade dili sayesinde yolculuklarınızda, kısa molalarınızda size eşlik edebiliyor. Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın tüm eserlerinde psikolojik tahliler, insan iç dünyasını tüm gerçekliğiyle ön plana çıkaran kurgular bulunuyor. İnsan olmanın tüm zaflarını karakterlerine yansıtarak okuyucularını adeta kendiyle yüzleştiren yazar, Amok Koşucusu'nda da psikolojik analizleriyle okurlarının ruhuna hitap ediyor. Bir doktorun trajik öyküsünü ele alan kitap, tıpkı Satranç gibi bir güvertede başlıyor. Kalküta'dan Avrupa'ya dönmek üzere olan anlatıcı, bir gün güvertede yalnızca geceleri dışarıya çıkan ve gündüzleri saklanan bir yolcuyla karşılaşıyor. Bu kişi, kitabın asıl kahramanı olacak doktordan başkası değildir. Zifiri karanlıkta, yüz yüzü görmezken doktor, anlatıcıya son bir haftada yaşadığı her şeyi, hayatının tüm sırlarını anlatıyor. Doktorun öyküsü, yedi yıl önce Endonezya'da ücra, metruk bir köye yerleşmesiyle başlıyor. Doktorun bu köye yerleşmesinin sebebi ise bir sürgün sonucu olarak gerçekleşiyor. Öyküye göre doktor, çalıştığı hastanenin kasasına el uzatıyor ve Endonezya'ya sürgüne gönderiliyor. Bu metruk yerde kendisinden başka hiçbir beyazın olmaması onu daha depresif bir ruh haline sokuyor. Doktorun evine Holandalı zengin bir tücarın güzel karısının gelmesiyle novelada yeni bir dönem başlıyor. Doktorun evine çaresizce gelen kadının tek dileği, doktorun onu gizlice kürtaj etmesi oluyor. Bunun için doktora istediği kadar para vermeyi teklif ediyor. Ancak doktor bir an profesyonelikten tamamen uzak bir ruh haline bürünüyor. Uzun zamandır Avrupalı bir kadın görmeyen ve Endozya'nın en ücra köşesinde değişik ruh halerine bürünen doktor, güzel kadını görünce kendini tamamen kaybediyor. Kadından kendine bile yakıştırmadığı bir şekilde para değil de kendisini sunmasını istiyor. Bunun üzerine neye uğradığını şaşıran kadın, bunu ahlakına, namusuna ve vicdanına yediremeyerek hızla oradan ayrılıyor. Kadını evden ayrıldığı an itibari ile doktor kendiyle hesaplaşmaya başlıyor. Hem yaptığından utanıyor, hem de kendine anlam veremiyor, hem de kadına ulaşıp her şeyi düzeltmek istiyor. Bu esnada doktorun içini derin bir cinet geçirme anı kaplıyor. Bu cinet doktoru her şeyi geride bırakarak kadının arkasından sürüklüyor. Kendini önüne, arkasına, sağına, soluna bakmadan hızlıca, hiçbir şeyi görmeden koşarken buluyor. İşte amok koşusunun başladığı yer, tam olarak burası oluyor. Doktor, anlatıcıya "bir nevi cinet" anlamını taşıyan "Amok"u anlatırken şu ifadeleri kulanıyor: "Bu cineten daha fazla, bu deliliktir katmerli cinetir, bir nevi insanın kudurmasıdır." Doktor, Malayca dilindeki "Amok" kelimesini anlatırken şunları da ekliyor: "Kişi, birden ayağa fırlar, parasını alır ve cadeye çıkar, sağa sola sapmadan burnunun dikine koşar, devamlı ileriye… Nereye gitiğini bilmeksizin… Yoluna çıkanı insan ya da hayvan olsun kris denilen iki taraflı keskin ve sapı süslemeli palasını salayarak yere serer. Ağzından köpükler gelir, bir deli gibi olur… Fakat koşar, koşar, koşar, artık sağa veya sola bakmadan burnunun dikine dehşet saçarak koşar. Köylüler, bir amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler." Psikolojinin, ruh halerinin, insani zayıflıkların ve pişmanlıkların öne çıktığı Amok Koşucusu kitabı, sizi bu değişik koşuyu izlemeye davet ediyor. Stefan Zweig'ın en usta eserlerinden biri olan, sözlüğe "Amok" kelimesini katan ve Dünya Klasikleri arasında olan öyküsü kütüphanenizde yer almayı bekliyor.